9 Nisan 2009 Perşembe

NERDESİN BE DALGLİSH!


Hayatın durduğu yerdeyim!

Zamanın yavaşladığı, herkesin bana baktığı, benimse ayaklarımın birbirine dolandığı , hiç bir uzvuma hakim olamadığım o andayım!İçimde ishale dönüşme olasılığı çok yüksek bir karın ağrısı, ve bu ağrıyı pozitif yönde tetikleyen büyük bir heyecan.

Anaa top lan bu! şeklinde bakışlarım, ehehhe eühüh diye gülümsemem ki nedenini bilmiyorum, arkada anlamsızca gelen ve sadece duyum eşiğini aşabildikleri için duyulan kalabalık ebeveyn topluluğundan yükselen yorumlar... O an için, ayağa çok ağırmış gibi gelen antrenman topları.

Ayağımda 'seneye de giyer çocuk' mantalitesinin hakim sürdüğü bir kafa yapısında olan babam tarafından alınmış 1-2 numara büyük ayakkabım. Çok acemice bağlanmış. Üstümde de şort ve forma.

Orta sahada amansızca koşturuyorum. O zamanın Atom Rızası, Kemalettini kıvamında. herkesin şahsileştiği, takım oyunun unutulduğu tek derdin kendini göstermek olduğu bu seçmelerde, ben tam bir takım oyuncusu olup çıkmıştım. Olmadık yerlerde olmadık kişiliklere bürünmek benim huyumdur. Mahallede; iyi oynuyo ama pas vermiyo bu çocuk, diye üzerimde konuşmaların döndüğünü düşünürsek burda attığım pasları görmelerini isterdim hepsinin.

Vay bee! diye iç geçirişlerini görmek isterdim mahalle eşrafının. Her mahalle de maç yapan çocukları izleyen esnaf mevcuttur.Ayrıca bu çocuklarla eşleştirilen bir takım profesyonel oyuncular vardır. Mesela çok gol yiyen kalecimizin adı Hayrettin olarak kalmış, güzel goller atan forvetimiz Baggio diye çağrılırken, defanımızdan biri Dunga biri Recep olarak kalmıştı.

Aradaki farkı size zaten açıklamaya gerek yok. Ben ise çalımlarımdan dolayı Maradonaydım..... inandınız mı?... inanmayın zaten. Ben o zamana kadar sadece adımla çağrılıyordum ve bu büyük bir üzüntü sebebimdi. Seçmeler devam ederken hala orta sahada şuursuz bir tavuk gibiydim. Pas pas diye adını bilmediğim çocuklara haykırıyordum. Bir iki derken anladım ki bu çocuklar lavuğun en önde gideni. Ulen bende en önde gidenin bi önünde giden lavuğu olamaz mıydım?

Olurdum tabiki. Ayağıma nadir de olsa gelen topları, bencilce harcıyor, çalım denemelerinde bulunuyor, ayağıma 1 numara büyük gelen halı saha ayakkabımla, çim sahada adeta bale yapmaya çalışıyordum. Şartlar ve zemin müsaitti ama ayakkabı ve zihin namüsait bir şekilde tezahür buluyordu.

Boş kaleye atılan bir gol ve bir sürü yerine ulaşmış olsun ulaşmamış olsun pas denemeleri sonucunda, bir sonraki antrenmana çağrılmıştım. Mahalleye büyük bir gururla dönerken babamın verdiği taktikler, öneriler, eleştiriler, hiç birini anlamıyordum. O ise Alex Ferguson olduğunu sandığından mı? yoksa çocuğunun ilerde stadlarda deli gibi top koşturacağını düşlediğinden mi? bilemiyorum, hala konuşmasına devam ediyordu.

Bir zamanlar Kars sporun sağ kanatında top oynamış olması onun büyük gururuydu.Mahalleye geldiğimizde, hemen kendimi sahanın oraya attım. Maçlarımızı yaptığımız tarlaya giderken yarın ki seçmeleri düşünüyordum. Sahaya gittiğimde bakkal çakkal tayfası da ordaydı.

Meğersem bizim çocuklar, üst mahallenin veletleriyle maç ayarlamış. Onun hazırlıklarıymış bu.Üst mahalle deyip geçmeyin, bu üst mahaleyi bir bilseniz iddia kuponlarında yer alması gerektiğini düşünürsünüz. Bakkaları tarafından çikolata, manavları tarafından limon destekli bu takım büyük bir kuvvet dengesizliği abidesi.

Her yedek futbolcuya şans bir kere gülermiş. Ve bana da bu maçta güldü.Sanırsın ilk maçımı Camp Noi de oynuyorum. Takımlar hazır, seyirciler nazır, hava süper...Derken maç başlıyor. Yılların yedeği ben, az önce Kayserispor alt yapısında top oyamışlığın verdiği gazla, sahada adeta uçuyordum. Arada maça laf atan esnaf ve yedeklerin şaşkınlıklarını duyabiliyordum.Taç atışı yapacağım sıra; yıllardır beklediğim cümleyi duymuştum. Bu çocuk aynı DALGLİSH gibi oynuyor yaoow...

Evet bakkal amca! Evet kasap dayı eveeetttt!

Beni de artık birine benzetin allahsızlarrr. diye içimden kan ağladığım o günler bitmişti. Her şuttan sonra dönüp,şimdi Aykut olabildim mi? Der gibi bakıyordum onlara. Onlarsa hep bir ağızdan koro gibi 'hayırrr' diyolardı sanki. Tühh a.q... 'yine mi olmadık' kıvamında anlar oluyordu nadir de olsa oynadığım maçlarda.

Ama şimdi beni biriyle anmışlardı. Neydi lan adı?

Daklüşh mü? dangıl mı? neydi?

unutmuştum bir anda ama sevincim doruktaydı. Maç devam ediyordu. br süre sonra dalglishh at pasını oğlummm, gibi gaz verici cümleleri duymaya başlamıştım. Bizim esnaf yetenek avcısıydı adeta. Hak eden çocuğu bir futbolcuyla bütünleştiriyorlardı ve farkında olmadan bu işi çok iyi yapıyolardı. onların kendi aralarındaki bu yeteneği keşfetme yarışı bizim o dönemde futbolu iyi oynamamızı sağlıyordu.

Artık Dalglih olmuştum. Kısa bir araştırma ve adının nasıl söylendiğini öğrenme çabalarından sonra, topu her ayağıma alışımda 'dalglishhh' diye bağırıyordum. ( ercan taner gibiydim. hem oynuyordum hem de sipikerdim)

Büyüdüm, futolcu olamadım. Bir numara büyük ayakkabılarımı çaldırdım. Duvarlarıma astığım Dalglish posterlerinin yerini zamanla türlü türlü adamlar aldı.Bazen de kadınlar. Ama ne olursa olsun ben Daglshi seviyorum be!

0 yorum: