14 Mart 2009 Cumartesi

ORADA NELER OLUYOR!


Old Trafford'da Liverpool fırtınayı uzun uzun estirdi. Rekor denemesinde kendini tatmin eden Van Der Sar'a 4 tane birden sallayıp bir haftada iki önemli! rakibe 4'er tane sallamak nasip oldu. Henüz dk.23'de geriye düşmesine rağmen ilk yarıda evinde oynadığı maçta olduğu gibi geriden gelip Real maçındaki gibi Torres'le başladı Gerard'ın penaltısıyla ilk yarıyı kapattı. Sonra Fabio Aurelio'nun frikiği ardından yine Dossena...
Bu sene sahasında 5 gol yemiş Manchester'a bir maçta 4 gol attı. Ayrıca son 5 sezonda Old Trafford'da sadece 1 gol atabilmişken başardı bunu.
İlginç oldu doğrusu.
Liverpool belki bu sene şampiyon olamayacak ama oynadığı bu oyunla en azından bizi mutlu etti. Bu hafta 2 maçta 8 gol.
Bu arada Liverpool ve Torres sanırım polemikten beslenmeye ve bunu lehine çevirmeye başladı.
Önce Pepe gevezesi ardından eski Evertonian Rooney'e laflarını yedirmiş oldu.
Bizim diyarlardan bir sözle bitirelim. Manchester 1 koydu 4 aldı. ...

12 Mart 2009 Perşembe

BİZİM MESSİ:RIDVAN DİLMEN




“Bugünkü aklımla genç olsaydım, Barcelona’da oynardım” dediğinde, onu futbol oynarken canlı izlemenin eşsiz mutluluğundan mahrum kalan zamane çocukları gülüp geçtiler. Az sonra aynı kanalda o Barcelona’nın maçı başladı. O zamane gençlerinden olan futbol tutkunu kuzenim “Abi, bak işte Barcelona bu, Messi Barcelona!” dedi. Gülme sırası bana geçti. “Biraz önce televizyonda yorumcu diye dinlediğin adam 1989 yılının Messi’siydi, hatta belki Messi’den bile iyiydi! Çünkü yanında ne Ronaldinho ne de Henry vardı. Teknik direktörü de Rijkaard değil beraber at yarışı kuponu yaptıkları Veselinoviç’ti!”

“O zaman neden Barcelona’da oynamadı?” sorusu Rıdvan Dilmen’in başına bela olan lakabını hatırlatacak kadar şeytaniydi. “O zamanlar Barcelona’yı sadece kupalarda finale kaldığında ya da bizim takımları madara ettiğinde izleme şansımız vardı da ondan…” deyip Rıdvanvari bir çalımla markajından kurtuldum. Messi, top ayağındayken birden Harley Davidson gibi hızlanıp Vespa gibi fren yaptığında, tüm rakipleri İstanbul köprü trafiğindeki son model ciplerin haline düşüyordu. Ama ben bu filmi daha önce hem de kanlı canlı izlemiştim. O gün de Messi’nin ayağında bambaşka bir hayata dönüşen futbol topunun içindeki gizli dünyada bir kez daha o filmi izlemeye başladım.



1962 yılında Ege’nin en şen şakrak yörelerinden Nazilli’de doğmuştu. Nazilli’nin neredeyse tamamı zeytinyağı işiyle uğraşırken, Rıdvan Dilmen başka bir kadere doğru koşmak istercesine atletizme gönül vermişti. Ama futbol topu değil hiçbir atletin, hiçbir futbolcunun bile ayağına bu kadar yakışmadığı için Nazillispor yöneticileri onu hemen futbol takımına aldılar. 1979 yılında Muğlaspor’da profesyonel futbol oynamaya başladığı zaman Messi’nin Barcelona’da futbol sanatının tüm inceliklerini icra etmeye başladığı zamanki gibi sadece 17 yaşındaydı.

Sadece, kanatta ya da sahanın herhangi bir yerinde topla o zamanki tüm Türk kısa mesafe atletlerinden çok daha hızlı giderken aniden bir Alfa Romeo gibi fren yapıp savunma oyuncularını kafa kafaya çarpıştırdığından değil, Xabi Alonso gibi arkası dönükken bile müthiş isabetle dağıttığı paslarından, yanında Gerrard’ı bile vasat bırakacak oyun zekasından dolayı daha 17 yaşındayken “Şeytan” oluvermişti. Muğlaspor teknik direktörü Kemal Dirikan, o güne kadar Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında eşine rastlanmamış oyun zekasını kutsamak için Tanrı’ya isyan eden meleğin adını ona layık görmüş, ama bir yandan da hiç istemese de hayatı boyunca başına bela olacak bu isimle özdeşleşmesine neden olmuştu.

Halbuki Rıdvan demek, cennet kapısında nöbet tutan, elinde cennetin anahtarını tutan melek demekti. Oyun zekası şeytana bile pabucunu ters giydirecek kadar eşsiz olsa da asıl komple bir futbolcu olarak bize yaşatacakları adının gerçek anlamına yakışır cinstendi. O yıllarda İngiltere’den 8 yerken, topla sadece 9 kez santra yapmak için buluşacak olan Rıdvan, bir dahaki İngiltere maçında, o zamanlar Avrupa’nın en iyi savunmacılarından olan Kenny Sansom ile Terry Butcher’ı kafa kafaya çarpıştırıp fena halde incinen gururumuzu biraz olsun okşayacak, futbolsuz bir çöldeki en güzel, en uzun vaha olacaktı.

Bize yaşattığı futbol cennetinin anahtarı elinde değil, kafasının içindeydi. Belki de o kafanın içindekini en güvenli şekilde korumak için o Beatles kakülünü hiçbir zaman kesmedi. Zaten sakalını kestiğinde Beatles’ın dünya tatlısı davulcusu Ringo Star’ın ikizi gibiydi. Nasıl Ringo davula her vurduğunda o asla dökülmeyecek gibi duran saçlar havada en güzel şekilde uçuşuyorsa, Rıdvan da her maçta rakip savunmaları hallaç pamukları gibi attığında, o saçlar en stil çalımları atan ayaklar gibi ahenkle raks ediyordu. Bugünlerde de televizyonda her heyecanlanıp, düşeş bir yorum yaptığında yine o saçlar top ayağına gelmiş gibi havalanıyor, dans etmeye devam ediyor. Bazen Rıdvan’ın bir anda ayağa kalkarak, Güntekin’e ya da Burcu Esmersoy’a bacak arası atacağı hissi içimizde uyanıyor.

İlk olarak 1980 yılında Muğlaspor’dan sonra Boluspor’a geçtiğinde hayatımızın ayrılmaz parçası oldu. 1983’te Sarıyer’e transfer olmadan önce Beşiktaş devreye girmiş ama “Savunma yönü sıfır ve çok çelimsiz, zaten bizde Sinan Engin var” denilerek istenilen para çok bulunup transferinden vazgeçilmişti. Ama Sarıyer’deki ilk sezonundan sonra o transferden vazgeçenler, kafalarını duvara vurmaya başladılar. O sezondan itibaren 1987’ye kadar tam 4 sezon boyunca İstanbul’da Sarıyer fırtınası esti. Beşiktaşlısı, Fenerlisi, Galatasaraylısı, eğer maçlarımız aynı saatte değilse, mutlaka İstanbul takımına destek vermek için Sarıyer maçlarına gidiyor, Rıdvan’ın ayaklarının altındaki bambaşka dünyayı yaşıyorduk.

O zamanlar Rıdvan, Sarıyer’de 10 Messi gücündeydi. Üstelik Anadolu takımlarının Bizans üçlüsü olarak gördüğü İstanbul’un üç büyüklerinde değil de o zamanların en sempatik takımı Beyaz Martılar’da oynadığı için rakip savunmalar bu eşsiz yeteneğe daha bir insaflı davranıyordu. Hani mahalle maçlarında, babanın yanında getirdiği dünya tatlısı, Beatles traşlı, gözleri fıldır fıldır futbol aşkıyla dönen çocuk vardır ya, Rıdvan Dilmen de o zaman öyleydi. Sarıyer’in efsanevi oyuncuları, dökülmüş saçları ve hafif göbeğiyle Rıdvan’ı maça getiren babayı andıran Feridun, adı gibi çelebi bir adam olan pekala aynı Rıdvan’ın amcası deseler inanacağımız Çelebiç ve sonradan Fenerbahçe’de de beraber top koşturacağı Sercan’ın Rıdvan’la beraber verdiği resitaller, körü körüne bir rekabetten bihaber olduğumuz çocukluk yıllarının en güzel futbol rüyalarından birisiydi. Rıdvan’ın o maçlarda ağzımızda bıraktığı tat, maçtan sonra mutlaka yenen meşhur Emirgan böreğinden bile çok daha güzeldi.

Sarıyer rüyası bittiğinde, Rıdvan artık Bizans entrikalarının en büyüğünün tam ortasındaydı. Önce Ergun Gürsoy’a söz vermiş, gazetelerde Galatasaray forması ile resimleri yayınlanmış, sonra da Fenerbahçe tarafından kaçırılarak imza attırılmıştı. Ama Rıdvan yine de şimdiki futbolcu taklitleri gibi her yaptığı ahlaksızlığı “profesyonellik” olarak savunmaya çalışan sahte yıldızlar gibi değildi. O zaman da dobra dobraydı, fikri neyse zikri de oydu: “Galatasaray’dan ve Ergün Gürsoy’dan çok özür dilerim. Onlara söz verdiğimde Fenerbahçe devrede yoktu ama ben gerçekten de Fenerbahçeli’yim. Çok özür dilerim” Öyle içtendi ki bu sözleri söylerken kimse ona kızmadı. O da kimseye kızmazdı zaten. 1989-90 sezonunun 10 haftasında yine taraftarları ve yöneticileri kıramamış, oynaması şimdiki standartlara göre imkansızken iğneyle sahaya sürülmüş Trabzonlu Yesiç’in insafsız tekmesinden sonra hayat boyu hissedeceği acıya ve Juventus’a gidememesine rağmen Yesiç’e bile kızmamıştı. Sadece bir keresinde, Fenerbahçe şampiyonluğunu kutlamaya takımca Bülent Ersoy’u izlemeye gittiklerinde, kendisine “Şam şeytanı” diye hitap eden şarkıcı taklidinin kafasına dayanamayıp bardak fırlatacaktı.


1988-89 sezonunda Fenerbahçe 103 golle efsanevi bir şampiyonluğa imza atarken, Rıdvan Dilmen tam 19 gol atacak ve yaptığı 38 asist ile kırılması imkansız bir rekora imzasını atacaktı. O yıl, kartondan futbolcu maketleri veren Milliyet gazetesi Rıdvan maketini verdiğinde gazete tiraj rekorları zorladı. O sabah, Beşiktaşlısı, Galatasaraylısı, Fenerlisi o maketi heykel yapıyormuşuz gibi olabilecek en ciddi şekilde yaptık. Aynı günlerde Türk futbol edebiyatının Ahmet Hamdi Tanpınar’ı İslam Çupi köşesinin tamamını Rıdvan’a ayırdı: “Son yıllarda futbolu çok daha büyük bir zevkle izliyorum çünkü Rıdvan oynuyor”

1990 Dünya Kupası’na katılma hakkını kılpayı kaybeden Türkiye Milli Takımı’nın tartışmasız en büyük yıldızı yine Rıdvan Dilmen’di. Belki yıllardır özlemini çektiğimiz kupaya katılamayacaktık ama Rıdvan’ın Doğu Almanya ve Avusturya maçlarındaki Türk futbol sanatının Abidin Dino’su olarak gösterdiği eşsiz performans, bir zamanlar ayaklar altına alınan gururumuzu okşamakla kalmayacak, onun tüm dünya tarafından tanınmasını sağlayacaktı. Yıllar sonra “34 kez milli, 10 kez ameliyat oldum” derken o zeki ve komplekssiz insanlara özgü kendiyle alay edebilme özelliği o zamanlardan kalma olsa gerek. O maçlar hatırlatıldığında “8-0’lık İngiltere maçında top ayağıma sadece 9 kez santra yaparken değdi. Bunu da unutmayın” demesi ne kadar da Rıdvanca bir güzellik!

7 kez… Evet tam 7 kez… O ameliyatların sadece 3 tanesini olan Brolin 29 yaşındayken futbolu bırakacak, Milanlı Lentini asla kendine gelemeyecekti. Ama Rıdvan Dilmen, daha tam iyileşmeden, taraftarların aşırı sevgisine layık olmak ve biraz da kendisine sonsuz özgürlük tanımakla kalmayıp beraber at yarışı oynadığı hocası Veselinoviç’in kellesini kurtarmak içim defalarca iğneyle sahaya sürüldü. 3 Mayıs 1989 tarihinde oynanan muhteşem Fenerbahçe-Galatasaray kupa finalinde de maçın ikinci yarısını tarifsiz acılar içinde oynarken büyük bir efsaneye imza atıyor ama kariyerini de ateşe atıyordu. İlk devreyi Galatasaray 3-0 önde bitirmiş, o zamanların en fanatik Fenerbahçelisi Tamer Macit bile takımdan umudunu keserek skorun verdiği acıyı unutmak için iki şişe şarap alıp kendisini stadın hemen yanındaki Yoğurtçu Parkı’na atmıştı. Ama herkes o anda çekilen acıdan bir şeyi unutmuştu: Rıdvan Dilmen’in şeytana pabucunu ters giydirecek eşsiz oyun zekası!

İkinci devre başladığında, Rıdvan Dilmen, Veselinoviç tarafından sağ açıktan orta sahanın ortasına Oğuz Çetin’in yerine alınmıştı. Tam da herkes “Veysel, yine altıyı yatırdın” diye bu değişikliğe tepki verirken Rıdvan 45 dakikada tam 4 asist yaptı. Maç 3-0’dan 4-3 bittiğinde Rıdvan ve Veselinoviç hayatlarının en büyük kumarını kazanmışlardı. Sonrasında Rıdvan tarihinde at yarışı ve kumarla özdeşleşen Veselinoviç, hem zamanından önce Rıdvan’ı iyileşmeden sahaya sürdüğü hem de ona daha da fazla at yarışı illetini bulaştırdığı için bizden çok küfür yedi. Hangi ganyan bayiine gitsek hepsi palavra yarışında en önden gidiyordu: “Abi, Rıdvan’ın bize 20 milyon borcu var… Bize çok borcu var, evini ipotek ettireceğim…”

Belki de sürekli sakatlanıp, evde oturmak zorunda kaldığından yakasını daha da fazla kaptırıyordu at yarışı illetine. Atlar koşuyor, bahtı kaybediyordu. O yıllarda sarı kart bile zar zor gösterilirdi. En iyi hakemimiz Erman Toroğlu’ydu, gerisini siz düşünün! Spor doktoru olarak bir avuç insan vardı. Onlar da kendilerinin her şeyi bildiğini zannettiği için Rıdvan’ı bir önce ameliyat edenin yaptığının tam tersini yapmak ve futbol vahamızdaki en güzel rüyanın ipini yavaş yavaş çekmekle meşguldü. Aslında kabahat Rıdvan’daydı! Bize futbol adına öylesine masalsı, öylesine muhteşem anlar yaşatmıştı ki biz hep bir an önce düzelmeden o anları tekrar yaşatması için sahalara dönmesini istiyor, sabırsızlanıyorduk. Rıdvan da futbolu en az bizim kadar seviyor, dayanamayıp o zamanlarda yeni yeni popüler olan halı sahalarda da boy gösterirken aslında o eşsiz ayakların suni çimde daha da sakata gelmesine sebep oluyordu.

Bir yandan da kendisine yakışacak şekilde çapkın bir adamdı. Yine de Tanju gibi çapkınlığı yüzüne gözüne bulaştırmıyor, saha içinde olduğu gibi özel hayatında da herkese en usta çalımları atmayı başarıyordu. Bizim berbere göre o zaman bizim mahalledeki bütün kızlarla olmuştu. Ama beni hiç mi hiç ilgilendirmiyordu, biz Rıdvan’ı mahalledeki kızların sevdiğinden çok daha fazla seviyor çok daha fazla özlüyorduk. Bir keresinde o zamanların tartışmasız en iyi savunmacısı olan Takoz Recep’e bir atakta tam 3 kez çalım atmış, Recep diğer meslektaşları gibi insafsız olmadığı için Rıdvan’a tek bir tekme dahi sallamamış hatta bir pozisyondan sonra milli takım arkadaşını alkışlamıştı.

Son olarak 1994-95 sezonunda bir avuç maçta forma giydi. Birçok insanın hayat boyu kötürüm kalmasına sebep olacak onca insafsız tekmenin yol açtığı müzmin sakatlıklara rağmen 33 yaşına hem bizim gönlümüz olsun hem de futbol aşkına doysun diye oynamaya devam etti. Sağ diz bağından beş, sol omzundan iki, sağ ayak bileğinden bir, karın fıtığından bir, sağ kol pazusundan bir olmak üzere toplam 10 ciddi ameliyat geçirmesine sebep olan 278 Birinci Lig maçında 69 gol atıp sayısız asist yaptı. 1996’daki jübilesinde gol attıktan sonra jübile kurgusu gereği oyundan alındığında kalbimizde hiç bitmeyecek bir boşluk bıraktı. 1980-1995 yılları arasında onu izleyen herkes onun topla buluştuğu her anda tarifi mümkün olmayan zevkler yaşadı; o anlarda enflasyonu, Özal’ı, Kenan Evren’i ve o yıllarda hayat diye kendilerine layık görülen kâbusu unuttu. Çoğumuzun evinde hala karton maketinde bile top ayağına olağanüstü yakışan Rıdvan Dilmen, cennetten çalınmış en güzel futbol rüyasıydı.

Keşke bir sene daha uzatıp Euro 96’da milli takım formasını giyse, tüm dünya bir kez daha o eşsiz futbol zekasından nasiplenseydi. Milli Takım formasını giydiği son maçında, bizi bir kez daha rezil olmaktan kurtarmış, İstanbul’da San Marino’nun tarihlerindeki ilk golü bizim kalemize attığı maçın 87. dakikasında skor 1-1’ken kullandığı serbest vuruşla maçı kazanmamızı sağlamıştı. O eşsiz zekası bugünlerde bir sürü Demirel gibi konuşan “yorumcu” sıfatlı şaklabanın arasında birkaç gerçek futbol analistinden birisi olarak hala futbol gecelerimizi aydınlatmaya devam ediyor. Aslında teknik adam olarak da gayet başarılıydı. Fenerbahçe’den sadece Türk antrenör olduğu için haksız bir biçimde kovulduğunda Fenerbahçe ligde namağluptu. İlk teknik direktörlük deneyiminde 2. ligde 0 puanla ligin dibine demir atmış Vanspor’u şampiyon yapmıştı. Geçen sezon aynı durumdayken Sunderland’e aynı başarıyı yaşatan Roy Keane şimdilerde istikrarsız sonuçlar alsa da baş tacı ediliyor. Rıdvan Dilmen ise onu at yarışı illetinden kurtaran iddaa’da sürekli kazanıyor, kazandırıyor; maçlarda yorumcu olarak golleri, oyuncu değişikliklerini kaderi kendisi yazıyormuş gibi bilerek onu tanıyanlar hariç herkesi şaşırtıyor. Ona o zamanların Messi’si olmasına rağmen Barcelona formasını giydirmeyen kaderin devamı bu işte!

Ülkemizde futbol, örnek aldığımız Avrupa’nın standartlarında olsa, bugün Rıdvan Dilmen, üç büyüklerin birinin başında Barcelona’da Beguiristein ve Real Madrid’de bir zamanlar Valdano’nun şimdilerde Mijatoviç’in olduğu gibi tam yetkili futbol direktörü olurdu. Hatta belki de o standartların hayata geçirilmesi, Rıdvan’ın en azından Milli Takımlar Futbol Direktörü olarak göreve getirilmesi ile başlatılabilir. Ama bunların hiçbiri olmasa da, 1980-95 yılları arasındaki futbol aşığı çocuğun gözlerinde, Rıdvan Dilmen bu zamana kadar sahalarımızda görülmüş en güzel futbol rüyası olarak görünmeye devam edecek. Geçen sene, Fenerbahçe’nin yüzüncü yılının kutlandığı maçta attığı o rüyadan kalma çalımlardan sonra ona bin kez daha teşekkür etsek azdır. Bize kızma ama sana hiç doyamadık! Haftaya hangi halı sahada oynuyorsan, bizi de çağır lütfen çünkü senin oynadığın her takım bizim nazarımızda zaten Barcelona’dır!

by ali ece

Muhteşem 4'lünün İNGİLİZ FUTBOLCU sayısı...!

İngiliz takımları, Şampiyonlar Ligine ambargo koymaya hazırlanıyorlar gibime geldi.Tamam en fazla kupayı alan takım, 9 kez alarak R.Madrid.Ona diyecek birşeyimiz yok.İkinci sırada da 7 kez alan Milan var.O na da birşey demiyorum.Zaten ne diyebilirimki.Benimkisi de laf işte.
Ama son yıllarda İngilizler gözüme batmaya başladı.Para oraya akıyor ve futbolları hergeçen gün daha da güzelleşiyor.Futbolcular, İspanyadan,İtalyadan kaçıp İngiletereye gidiyorlar.Neden? Çünkü futbolları çok güzel.Hızlı, açık alan bol ve olmazsa olmazlardan olan GOL her daim mevcut.Kupayı ülkeler bazında İTALYA-İSPANYA-İNGİLTERE 11 kez alarak, bu kupayı en çok alan 3 ülke durumunda.Bu sene İtalya'nın hiçbir şansı yok.Portekiz alırsa 5. kez sahibi olmuş olur.Almanyanın daha önceden 6 kez almışlığı var.Bununla beraber 7 olur.Ama

matematiksel olarak 2 takımlı İspanyanın %25, 4 takımlı İngiltere'nin %50. Almanya'nın %12,5 ve Portekizin de yine %12,5. şansı mevcut.

Bu İngiliz takımlarımı sinirimi bozmaya başladığı için, biraz kurcaladım.Kaç tane ingiliz futbolcu var bunların bünyesinde.Hani bizde süregelen bir yabancı oyuncu tartışması var ya.Birazda bilinçaltımda o tartışmanın yer etmesiyle dışavurdum bilincimi ve tam bir fikre sahip değilken bu konu hakkında, kafam daha da karıştı.


ARSENAL: Theo Wallcot,
CHELSEA: Joe Cole,John Terry,Scott Siclair,Wayne Bridge,Frank Lampard
LİVERPOOL : Steven Gerrard, Jermaine Pennant,Jamie Carragher,Martin Kelly,Stephen Darby,Jay Spearing,
MANCHESTER : Owen Hargraves,Gary Neville,Rio Ferdinand,Wes Brown,Wayne Rooney,Michael Carrick,Paul Scholes,Ben Foster,Danny Welbeck

İngiliz takımlarındaki İngiliz Futbolcu sayıları yukarıdaki gibi.Arsenal'ı saymazsak pek de az sayılmaz.Hele Manu'nun kadrosundaki ingiliz sayısı gayet fazla.Sanırım nacizane fikrim şudur ki, takımda oynatılan futbolcunun ırkı, milleti önemli değil.Futbolcunun kalitesi önemli.Takımına katacağın oyuncunu, hangi milletten olduğuna değil de, kaç kez milli forma giydiğine, kaç kez kupa kaldırdığına, istikrarına, yaşına....gibi özelliklerine bakmak çok daha mantıklı.Haaa, sen ülkende hala yabancı sayısını tartışırsan, hala nerde ununu elemiş, eleğini asmış futbolcu varsa alıp gelirsen, yönetici olarak teknik direktöre tahammül etme süreni gün be gün aşağı çekersen,mikrofonu gördüğün yerde elaleme sataşırsan,Hakemlerin bir arkasındayıp diyip, bir küfür edersen, ki hakemlerin sanki yöneticileri arkaya almak gibi bir derdi varmış gibi, işte sen böyle yaparsan sayın yöneticilerimiz, biz de böyle ancak avucumuzu yalarız.Keşke yönetici olmanın kriteri başka bir şey olsa....

4 İNGİLİZ ,2 İSPANYOL, 1 PORTEKİZ,1 ALMAN VE TEMEL UÇAĞA BİNMİŞLER!

Daha dün gibi hatırlıyorum, kuraların çekilişini.Tek Türk takımı Olan Fenerbahçeye dikkat kesilmiştik, ama bir yandan da diğer grupları gözümüz kırpmadan hafızaya kazıyoduk.Çekiliş sonrası, her ortamda yorumlar yapıyor,illa ki bir takıma, şampiyonluğu veriyorduk.
Hayal kırıklığı yaşadık bolca, pek fazla bir süpriz görmedik.Daha dur, çeyreği, yarısı, finali duruyor biliyorum ama aga, 4 tane ingiliz takımını burda görünce içimden maçları izlemek bile gelmiyor.Premier liginin ilk 4 takımı aynen burda.Adamlar, kendi liginden kalma çekişmesini burda da devam ettiricek.Şimdi bu ballı ada ekipleri, eminimki birbirleriyle eşleşmezler.Yarı finali 4 ü oynar, aralarından birine kupayı verirler. 4 ingiliz, 2 İspanyol,1 Portekiz,1 Alman...Ve televizyonlarının başında Onbinlerce Türk.
Sizi bilmiyorum ama, ben bu sabaha hiç güzel başlamadım.İçimde şampiyonlar ligine karşı bir küskünlük mü desem, bir gıcık olmak mı desem yoksa kıskanmak mı desem artık neyle adlandıracağımı bilemediğim bir duygu var...Fıka gibi oldu bu lig.Daha da İddia oynarsam şampiyonlar ligine, bizim burdaki iddia bayinin sahibi ıslak hortumla dövsün beni....

MANU- İNTER (2-0)



Büyük bir süpriz değil tabi Manu'nun tur atlaması.İki takım da bolca gol pozisyonuna girdi, ibo ve adriano susunca İnter de susuyor doğal olarak.Bazen diyorum ki, keşke şu Adriano pes9 da olduğu gibi insan ötesi futbol oynasa, orta sahadan falan vurduğu gol olsa da İnter bir üst turlara çıksa...Ama olmuyor işte.


Maçın adamı Vidic seçilmiş.

Goller: ( Vidic, Ronaldo)


PORTO - ATLETİCO (0-0)

Bu haftanın tek golsüz maçıydı.Zaman zaman oynanan sıkıcı futbol, kanal değiştirmekten alıkoyamadı bizleri.Gözümüz KUN üzerindeydi.İspanyol ekibi için lige dönme vakti...


Maçın adamı; Buruna Alves seçildi.


BARCELONA - LYON (5-2)


Herşey beklenildiği gibi aniden ve hızlıca gerçekleşti.Üst üste gelen goller maçın daha da zevkli bir hal almasını sağladı.


Maçın adamı; Henry seçildi.


Goller: Henry,Henry,Messi,Eto,Keita Lyon:Makoun, Juninho







ROMA- ARSENAL (1-0)


İlk maçı evinde 1-0 kazanan arsenal, deplasmanda aynı skorla kaybetti ve maç penaltılara kaldı.Bu turda ilk defa penaltı atışları izleme şansına kavuştuk.penaltılar sonunda, 7-6 maçı alan arsenal oldu.Roma bir kez daha Bir ingiliz ekibine yenilmketen kurtulamadı.Penaltıyı kaçıran oyuncu Tonetto oldu.



Maçın adamı: RİİSE Seçildi.


Gol: Juan

11 Mart 2009 Çarşamba

BU GECEKİ ŞAMPİYONLAR LİGİ MAÇLARINDAN NOTLAR!


REAL MADRİD - LİVERPOOL ( 0-4)


Madrid, İngilterede 4 gol yeme zevkine erişti.Futbolcuların isimlerini telaffuz eden bir spiker olmasaydı, 'Madrid'e bak be, paf takımını sahaya sürmüş.' derdik kesinlikle.İnanılmaz basan, top çeviren bir liverpool karşısında, sanki topu hayatında ilk defa gören bir madrid vardı.Ha, olmayan penaltıyı vermeseydi hakem çok şey değişirmiydi? Sanmam.Maçın adamı Torres'tir benim için ama taraftar Maçın Adamı olarak; GERRARD'ı seçti.

GOLLER: (TORRES, GERRARD,GERRARD,DOSSENA)




JUVENTUS - CHELSEA (2-2)


Juve kendi sahasında, ilk maçtaki 1 -0 lık yenilginin kurbanı oldu.Gecenin zevkli maçlarından biriydi.Gerçi bu gece zevkli olmayan maç yoktu ama...Taraftar desteği, stadın rakibi bunaltması, kendi takımını ateşlemesi falan hak getire.Juve'nin en büyük handikapı da bu olsa gerek.Oyundan çıkan oyuncusunu yuhalamak da neyin nesi yahu, hemde maçın en önemli dakikalarında...

Maçın Adamı; DROGBA seçildi.

GOLLER: (Iaquinta, DEL PİERO) CHELSEA'NIN GOLLERİ : (ESSİEN VE DROGBA)





PANATHİNAİKOS - VİLLARREAL (1-2)

İspanyol ekibi, ilk maçta kendi evinde 1-1 berabere kalınca, Panathinaikos taraftarı bugeceye fazlasıyla umutlu başlamıştı.Nihat ilk yarıyı tamamlayabildi ama pek bir varlık gösteremedi.Ariel İbagaza'nın harika golü, herşeyin habercisiydi aslında.Topa hakim olup, oyunu yönlendiremeyen, taraftar gazıyla, baskı kuran bir panathinaikos karşısında, yerden ve ayağa paslarla hızlı hücumu seçen villarreal bu gece bize heycanlı bir maç izlettiler.Nihat açısından sevindirici bir maç oldu.Üst turlarda bir Türk futbolcuyu görmek heyecan verici olacak sanırım!


Maçın Adamı; IBAGAZA seçildi.


GOLLER: (Mantzios ) VİLLARREAL'İN GOLLERİ: (Ariel Ibagaza,Joseba Llorente )



BAYERN - SPORTİNG (7-1)


İlk maçta deplasmanda 5-0 kazanan Bayern de Ribery tribünlerdeydi.Gol perdesini, Köln'e transferi gerçekleşen podolski açtı devamı da baya iyi geldi.Gecenin en gollü maçıydı.Gollü olmasının yanı sıra, zevkli ve atak bir futbol izledik.


Maçın adamı; PODOLSKİ seçildi.


GOLLER( podolski, polga(kendi kalesine),Schweinsteiger,Van Bommel,Klose ,Müller) ve Sporting'in tek golü; (João Moutinho)


10 Mart 2009 Salı

HAFTANIN KONUĞU_2_ -GELİŞİNE VOLE-

Sevgili 'gelisinevole' yi bu hafta bloğumuzda ağırlamaktan mutluluk duyduk.Futbol sevgisini yazısında hissetmemek elde değil...



Nerden Geliyor ki Bu Futbol Sevgisi

Adım Bahadır. Yaşım 18. Öğrenciyim efendim. Gecikmeli de olsa fark ettiğim bir mail üzerine yazmaya karar vermiş olduğum bu yazı, “alakaya maydanoz” futbol sevgimin bir hikayesi niteliğindedir.
Evden çıkmayı sevmeyen bir insanım. Çok küçüklüğüme dayanan bir alışkanlık. Çıkınca da geri gelmeyi sevmem. 5–6 yaşlarımda zorla dışarı çıkartırdı annem. Tabiri caizse kovardı.
Ben de havası hafif inmiş sarı renkli topumu alıp dolaşmaya çıkardım ki “aylık” oynamak için birilerini bulayım. 105 aylık oynardık. Hep gönüllü kaleciydim. Çünkü 4’ten fazla top sektiremezdim. Ara sıra babam topu alıp küçükleri de toplayıp maç yaptırırdı bizlere. Ben futbol açısından belki de ülkenin en beceriksiz çocuklarından olduğum için düzgün bir pas bile vermezdim.
En garantisi ayak içi pastı. Ve defansa geri gelmekti. Topu kapan haşarı çocuklardan biri hızla kopmuş gelirken ben de ona hantal hantal koşardım. Ne yazık ki topu 20 cm kadar sağına çekmek suretiyle beni çalımlayan oyuncu komik durumlara düşmeme neden olurdu. Babam da sağolsun (!) Benim de futbol yeteneğimi öve öve (!) taa o yaşlarda futboldan soğuttular beni el ele verip.
Futboldan soğumamla en büyük fiziksel hareketliliğim de sona erdi. Hayat bomboş kaldı. Zaten 15 yaşıma kadar olan kısmı da pek hatırladığımı söyleyemem. Futboldan soğumuştum. Hiçbir sosyal etkinliğim yoktu. Öyle ki taraftarı olduğum Galatasaray’ın aldığı 2 avrupa kupasında bile çok sevinmemiştim. Maçlarını izlememiştim. Hayatım boyunca da gide gide 1 maça gittim. Gençlerbirliği – Adanaspor maçı. 6 – 0 yenmişti Gençler. Deniz vardı, Skoko vardı.. Hey hey… Ne yapmışın be baba…5 sene önce bir arkadaşımdan ödünç alığım Goal dergisiyle yavaş yavaş bir hareketlenme oldu. 3–4 ayda bir Goal alıyordum. Derken FourFourTwo çıktı. Onu daha sık almaya başladım. Sonra aynı arkadaştan bir de CM4 almıştım.( Gerçi o zaman Fm 05 de vardı ama. CM4 ilk gazı veren oyun olmuştu bana. ) Sonra Fm’ler devreye girdi.
Birçok futbolcunun yaşı, ülkesi, milli maçı, golü, güçlü yanları vs. aklıma kazınmıştı. ÖSS zamanında ise bilgisayardan ve dergiden uzaklaşınca içimde bir boşluk hissi oluşmuştu tekrar! Neyse ki o günler geride kaldı. Artık oynayamasam da hatta izleyemesem de takip ediyorum futbolu. Sevdiğimi biliyorum çünkü. Geçen yıl içerisinde (2. kere) açtığım blogumla da futbolun değişik kısımlarını paylaşmaya çalışıyorum. Ne de olsa futbol asla sadece futbol değil !

8 Mart 2009 Pazar

TRABZON'A DOST KAZIĞI

Dün Türkcell Süper Lig'de Trabzon kendi evinde ikinci yenilgisini aldı. Hem de kime.. Önce Ersun Yanal'ın çırağı olarak filizlenen Mesut Bakkal idaresinde ki Denizlispor ve kadrosunda bir çok Trabzonlu oyuncu bulunduran Konyaspor'a..
Gerçi Konya maçında Trabzonun hakkını vermek lazım. Çok fazla pozisyon yakaladılar ancak Trabzonlu kaleci Oğuzhan'ı geçemediler. Giray Bulak ve Orhan Çıkrıkçı idaresinde iyi iş çıkardılar ve en zor deplasmandan bir şans 3 puanı aldılar. İşte Avni Aker'de Trabzonu deviren Trabzonlular...
-Çağlar Birinci
- Feridun Sungur
-Levent Canım
-Selahattin Kınalı
- Ayman Abdelaziz
- Celaleddin Koçak
- Jefferson
-Musa Büyük
-Oğuzhan Bahadır
-Serhat Akyüz
-Giray Bulak
- Orhan Çıkrıkçı

BİR BU EKSİKTİ!!!



Bildiğiniz üzere 28 mart ve 2 nisan'da İspanya ile 2 hayati maçımız var. Ama milli takım kadrosunda ki eksiklikler gün geçtikçe artıyor. En son kurban Hamit Altıntop. Dün oynanan Hannover maçında 1 gol atıp sakatlanıp oyundan alınan Hamit Altıntop 3 hafta yok. Servet, Mehmet Topal, Hamit Altıntop yok. Nihat ve Aurelio formsuz. Gökhan Zan cam adam. Volkan zaten ayarsız bomba. Fatih Terim her ne kadar Bernebau'da kazanmak güzel olacak desede bence en büyük yardımcımız Allah olacak...

ZİCO'DAN İLK KUPA



Rusya süper kupası'nda dün lig şampiyonu Gökdeniz'li Tomas'lı Hasan Kabze'li Rubin Kazan ile karşı karşıya gelen Zico'nun takımı CSKA normal süresi 1-1 biten maçta uzatmalarda gelen golle 2-1 mağlup edip kupayı kaldırmış oldu. Bu arada Gökdeniz 2. sarıdan kırmızı görerek uzatmalarda atılmış. Gollerin videoları aşağıdaki linklerde...

1. gol 1-0
2. gol 1-1
3.gol 2-1