29 Aralık 2008 Pazartesi

FUTBOL GÜZELDİR 1) ( karda maç)


Hava durumunu dikkatle dinliyordum. Zira kış gelmiş, karın eli kulağındaydı. İlkokul çocuğu olarak büyük bir beklenti içerisinde ve de büyük bir heyecanla televizyona kitlenmiş bir ‘mal’ çocuk profili çiziyordum adeta. Işık görmüş tavşan gibiydim.
‘Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası, iç kesimlerde etkisini kar şeklinde gösterecek…’ Ahaa kar dedi valla. Valla kar dedi adam.
Sevinçten tv ye daha fazla yaklaştım. İller ve hava durumunu gösteren tabloyu daha iyi görebilmek için. Kayseri yi gördüğümde kalbimin pıt pıtları artmıştı. Karşısında kar işareti vardı. Tamamdır. Hem sesli hem görsel materyalli olarak karın yağacağı desteklenmişti. Zaten havada kar kokusu fazlasıyla mevcut.
Camdan dışarı bakınca karşımda duran Erciyes dağının bembeyaz olması beni sevindiriyor. Zamanı geldi artık diye düşünüyorum. O geceyi evdekilerden soyutlanarak, karın yağdığını hayal etmekle geçiriyorum…
Sabah kalktığımda bir hevesle pencereye koştum ama kar yoktu. Dışarı çıktım. Lojmanın veletlerini buldum. Yağmayan kar hakkında konuştuk. Planlar yaptık. O sırada Cengiz geldi. Muhabbet dönüp dolaşıp futbola geldi. Gaz vermeyi seven bir birey olmamı işte o zamanlara borçlu olan ben, hemen ortamdaki gazı alabilecek çocuk kokusunu aldığımdan
‘oğlum kar yağınca 5’e 5 maç yapalım, kar da maç yapmak şöyle zevklidir, böle süperidir diye cümlelerle başlarının etini yedikten sonra yavaş yavaş gazı alanlar ‘evet lan!’ ‘bir kere yapmıştık ne güzeldi olum’ gibi cümlelerle beni desteklediler.
Hepinizin hayatının bir evresinde tanışıp arkadaşlık ettiğinize inandığım bir arkadaş türü olan; o her şeyi bilen, şom ağızlı ve oyun bozan tip hemen kendini belli etmişti. Serkan!
Bi kere benim dayımlar karda maç yapmışlar da dayım kafasını yarmış. Yeaa
- hay dayın kafasına.. yok abi bize bişi olmaz. (Hemen çürütüyordum onun kehanetlerini)
Olum Ahmet amcanın oğlu Ali var ya , karda maç yaparken kaymış da ayağı kırılmış geçen sene. Yeaaa.
-Hay Alini ayağına.. Biz düşmeyiz olum. Onlar ayağına poşet takmışlar ayakkabı ıslanmasın diye
Hem karda maç yapınca top meme yapıyormuş, üstü soyuluyormuş topun oğlum.
Küçük Emrah gibi hayata karamsar bakan bu veletin kendisi bi zati oyunlarda yer edinemediği için oyun oynayanların keyfinin içine etmek de onun bir oyunuydu. Başarılıydı da pezevenk. Ama ben daha hırslı ve istekliydim. Aylardır hayalini kurduğum ‘kar maçı’nı bu tipsiz gergedan yüzünden erteleyemezdim.
Günlerimi kar maçının hayalleriyle geçirirken, takımlar kuruyor, kağıt üzerinde eşleştirmeler yapıyor, güçsüz olduğunu düşündüğüm çocuğu karşı takıma veriyordum. Topun sahibini kendi takımıma alırken, karşı tarafa da güçlü birilerini koyuyordum. Günler geceleri, geceler günleri kovalarken bir sabah uyandığımda her yer bembeyazdır. Sizde de var mı bilmiyorum ama kimsenin ayak basmadığı tertemiz yerlere ilk giren olmayı hep çok istemişimdir. Hatta birisi karın o ahengini benden önce bozarsa sinirimden maraz çıkartırdım.
Giyinip hazırlandıktan sonra, kendimi Ömercik gibi vurdum sokaklara. Tam planladığım gibi olmasa da takımlar kurulmuş, kaleler hazırlanmış top havaya dikilmişti. Yere düştüğü an başlayacak maç bu maçı ne kadar da çok beklemiştim yarebbi! Bir kaç havaya dikme denemesinden sonra oyun başlamıştı. Paslaşmanın minimum , kaleye şutların maksimum seviye de olduğu bu klasik maçta, kendini olur olmadık yerde şuursuz kelebekler gibi yerden yere atarak, auta giden toplara uçma fiiliyle müdahale etmeye kalkışarak oyuna heyecan katıyorduk. Çelme takmanın faul sayılmadığı, yere düşünce ‘faul yaptın lan’ diye bağrışılmadığı, hatta topsuz alanlarda kedini yerden yere atan dengesiz tiplerden oluşan bu maç ta tek eksik goldü. Sınırlı sayıda kaleyi bulan şutun olduğu böyle maçlarda maçın bitiş düdüğü anne sesiydi.
Oğlummm! Islandın gel artık!
Balkondan bu sesi ilk kim çocuğuna doğru ulaştırırsa maçı da bitirmiş oluyordu. Zaten donuma kadar ıslanmıştım bu yetmezmiş gibi de vıcık vıcık olan çoraplarımı ayağımdan atmıştım. Çamaşır makinesinden yeni çıkmış gibi duran bere, eldiven ve tişörtüm o kadar ağırlaşmıştı ki, bata çıka bata çıka yürüdüğüm saha da artık sadece bata bata ilerliyordum. Evet. Vücudum ıslak ve ağırdı. Çok mutluydum. Oyunun başında, havada süzülen bir kuş edasıyla, ayaklarımız arasında kayıp giden top, oyunun sonuna doğru adeta içi taşla doldurulmuş, kar topu şeklini almıştı. Topa vurmak isteyeceğimiz en son şeydi. Her topa vuran ‘anammm! Ayağımmm!’ Diye bağırırken soğuktan sızlayan ayağını hissetmiyordu.
Derken kimsenin topa gitmediği, herkesin durduğu yerde, bataryalarında kalan son dilim şarjla hareket ederek birbirine kar topu atmaya başladığı ve ıslanmak sözcüğünü donuna kadar hissettiği o zaman diliminde, gözüm balkondan bize bakan Serkan’a ilişti. Kehanetlerinin tutması için adeta Allaha yalvarıyordu sanki. Zafer benimdi. Kimseye bir şey olmamıştı. Derken Cengiz, kafasına gelen taşlı kartopuyla yere yığıldı. Serkan’ın suratında bir gülümseme, gördün mü yavruuuu der gibi bir ifade alırken, Cengiz’in gözünden akan yaşlar daha yere düşmeden donma kıvamına geliyordu. Ben ufaktan voltamı aldım. Zaten bitmiş bir maçın son demlerindeydik. Eve girdiğimde her yerim ıslaktı. Parmak uçlarım, kulaklarım soğuktan düşecek gibiydi. Annem de bir şok ifadesi. O ifadeyi atlattıktan sonra benle ilgilendi.
Bir hafta hasta yorgan döşek yattım. Hem okuldan yırtmıştım hem de maçı mı da yapmıştım. İyileştikten sonra dışarı çıktım. İnceden kar yağıyordu. Cengizi buldum. Muhabbet ederken konu döndü dolaştı oyunlara geldi. Kafası yarık Cengiz’e 'len hadi kızakla kayalım' diye kar da yapılabilecek aktiviteleri saymaya başlamıştım ki Serkan lafa karıştı;
Olum benim abim küçükken kızakla kayıyomuş, duramamış da arabaya çarpmış…
‘Hay senin ağbinin mnkoyim emii… adamda heves bırakmadın lan pezeveng’
Diyemedim tabi
Ama bir şey de demedim. Zira kafası yarık Cengiz bu sefer bana inanmazdı…
Arkadaşlık bağları esnek ve kaygandı o zamanlar. Cengiz’le Serkan atari oynamaya giderken ben de ufaktan voltamı aldım eve doğru….

0 yorum: